20 Ocak 2013 Pazar

KIRMIZI PAZARTESİ


KIRMIZI PAZARTESİ’DE KADIN


Kırmızı Pazartesi, bir cinayet roman olduğu kadar bir aşk hikâyesi de olsa, erkek egemen toplumlarda kadının rolüne çarpıcı bir biçimde değinmektedir. Roman aslında gerçek bir olay temel alınarak yazılmıştır. Bu sebeple, içinde abartılı olaylar barındırmasına karşın, gülünemeyen bir parodi gibidir.1
Kırmızı Pazartesi basitçe şu şekilde özetlenebilir: Bir kasabaya gelen zengin bir adam, orta sınıftan güzel bir kadına âşık olur. Kadın en başta bu adamla evlenmek istemese de ailesi onu ikna eder ve evlenirler. Fakat gerdek gecesinde kadının bakire olmadığı ortaya çıkınca adam, kadını ailesine geri getirir. Aileleri için bunu bir utanç kaynağı olarak gören anne de onu saatlerce döverek en sonunda onu kirleten kişinin adını alır. Kadının ikiz ağabeyleri de namusun ancak kan dökülerek temizlenebileceğine inandıkları için bu adamı öldürmeye karar verirler. Sarhoşluğun da etkisiyle bütün kasabayı niyetlerinden haberdar ederler ancak kimse öldürülecek olan adama tehlikeyi haber vermez, veremez ya da adam buna inanmaz. İkizler de en sonunda adamı bıçaklayarak öldürürler. Üç sene hapiste yattıktan sonra hiçbir pişmanlık duymazlar, haklı sebeple cinayet işledikleri gerekçesiyle de azat edilirler.
Konu, “haklı” bir namus cinayeti olarak gözükse de kitapta –ikizlerin duruşması ve kadının dövülmesi dâhil- kadının söylediklerinin tamamen güvenilir olmadığı düşüncesi hâkimdir. Hatta gerçek olayda da öldürülen adamın aslında suçsuz olduğu düşünülmektedir.2 Yine de –öldürülen gerçekten suçlu olsun ya da olmasın- “namus için kan dökme” şu ya da bu şekilde yerine getirilmiştir. Kadının onuru için erkek başka bir erkeği öldürmüştür ki bu olayda kadının söz hakkı yoktur.
Latin Amerikalı Gabriel García Márquez, kendi toplumundaki “maçoluk” kavramına da değinmiştir. İkiz kardeşlerden birinin bıçakla tıraş olduğu gibi detaylara yer verilmesi bu kavramı daha da belirginleştirmektedir.3 Kitapta cinayetin arka planı kadar toplumun ortak davranışların portresine de yer verilmiştir.4 Kimsenin kurbanı haberdar edememesi veya onu koruyamamaları bu gibi cinayetlerde asıl katilin toplumun kendisi olduğuna işaret etmektedir.5
Namus cinayetleri, bizim ülkemize de yakın bir kavramdır. Ülkemizde “Kırmızı Pazartesi gibi cinayet” veya “Kırmızı Pazartesi cinayeti” adı altında namus cinayeti haberleri gazetelerde yer almaktadır. 6 Kitaptaki gibi bizim toplumumuzda da cinayetin işleneceğin haberi olanlar –güvenlik güçleri bile- gerçekten kan dökülünceye kadar bir şey yapmamakta ya da inanmamaktadırlar. Kitaptakinden daha da trajik olarak, namus cinayetleri yalnızca bir erkeğin başka bir erkeğin kanını dökmesi değil de kadının öldürülmesi şeklinde de gelişebilmektedir. Ayrıca namus cinayeti işleyenler –Kırmızı Pazartesi’de olduğu gibi- pişmanlık duymadıklarını belirtmektedirler.7
Kadın, Kırmızı Pazartesi kitabında anne rolüyle cinayete teşvik eden, bakire olmadığı ortaya çıkan gelinle de cinayete sebep olan şeklinde iki rol kazanıyor. Gerçek hayatta da –özellikle kardeş cinayetlerinde- anne, aile namusunun korunması adına oğullarını cinayete teşvik eden oluyor 8, kitapta anlatılan olayın aslı gibi. Ayrıca kitapta anne, bütün kızlarını evlendikleri erkeği mutlu edecek şekilde yetiştiriyor. Yaptığı her şeyi bir kadından çok eşlerine layık bir ev hanımı olabilmeleri için yapıyor. Bu şekilde kadının namusu hakkında ne kadar söz sahibiyse evlilik konusunda da ancak o kadar söz sahibi olduğunu görüyoruz.
Dünyanın birçok yerinde töre ve namus cinayetleri gerek erkekleri gerek kadınları hedef alarak işleniyor. 9 Bu konuda ya sebep ya da kurban olan kadınlar neredeyse hiç söz hakkına sahip değil. Bu anlayışı kabullenmiş olan toplumsa hiçbir şey yapmadığından en az cinayet failleri kadar suçlu aslında.



KAYNAKÇA
1-2-3) Bir Söz Büyücüsü: Gabriel García Márquez, Gene H. Bell-Villada, Çeviri: İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder